5 Ocak 2010 Salı

Yeni Yılın ve Yeni Yaşın İlk Yazısı

Yeni yıla veya yeni yaşa girerken laylaylom eğlenmesi pek güzel, pek hoş efendim lakin aklaşan saçlar, gerilen sinirler, yağ bağlayan göbekler (hamdolsun bende daha yok) insana yeni bir seneye girmiş olmaktan ziyade bir seneyi daha atlatmış tadı veriyor. Bir de bunun üzerine Ankara’nın kupkuru, ilik donduran soğuğu eklendiğinde insan kendini ne kadar “mutlandırıyor” anlatamam.

Her sene bitiminde olduğu gibi yine zamanımın bir bölümünü eskilere, küçüklüğüme doğru döndürerek harcadım zihnimin merceklerini (Devrik cümleler bir olgunluk havası katıyor sanki, değil mi?).  Her ne ise, dediğim gibi eskilere doğru çıkınca yola aklıma ilk olarak küçükken yaptığım şerefsizlikler geliyor. Hayvanlıktan, arsızlıktan, haytalıktan ne kadar da zevk aldığımı hatırladım.

Örneğin anaokulu-lise dönemi arasında kafamı 12-13 kere yardığımı hatırlıyorum. Her aklıma getirdiğimde sağlamasını yapıyorum teker teker çünkü hiç de inandırıcı gelmiyor. Açılışı çok iyi hatırlıyorum ama; anaokulunda nedendir bilinmez tazı gibi koşarken karşımdan bana doğru koşan 5. sınıf öğrencisi olan hayvan bir kız bana bodoslama, göz göre göre çarpmıştı ve merdivenlerden yuvarlanmıştım. İlk kelebeğim böyle kondu başıma ve hiç unutmam kafamı uyuşturmadıkları halde dikişten acı duymadığımdan, anneme “Ehehh bir daha yarsam da bir şey olmaz ki, hiç acımıyor.” diyerek kendi kaderimi yazmış bir insanım aynı zamanda. Şu an saçımı 3’e vurduramıyorum, her yer delik deşik, çin seddi gibi.

Mesela ilk kendi bisikletim olduğunda babam sahil yoluna öğretmeye götürmüştü. İlk denemede sürmeyi başardım ama durmayı başaramadığımdan bir amcanın ayağını ezmiş ve en sonunda sokak lambasına şarparak durabilmiştim.

Dövüş Budur! Ablamla ta üniversiteye başlayana kadar evde gayet Amerikan Dövüşü yapan iki kardeştik. Saç çekme desen saç çekme, koltuktan (ringten) yerdeki adamın üzerine düşüşe geçmek desen öyle… Sonra birden ablam melaike oldu, ya da içine cin kaçtı. Ben ikisinin ayrımını yapamıyorum.

O kadar da kötü değildim içsel olarak, daha ilkokul zamanı empati kurabiliyordum. Zillere basıp kaçarken hep vicdanım sızlamıştır misal, ama tabii bu zillere basmama ve özellikle de kaçmama engel teşkil etmiyordu.

bebek4 Ama şerefsizlikte bir numaralı eylemim sanırım oyuncak faremle, farenin “F”sinden ödü kopan alt komşumuzu kucağında bebek sallarken korkutmak olmuştur. Çocuğu “sallayıp” koltuğa fırlaması bir olmuştu ben fareyi kurup ortalığa salınca. Çocuğa ne oldu hatırlamıyorum, işin orası hiç eğlenceli olmadığından aklımda yer etmemiş.

Böyle neşeli bir çocukluğu olan birisi için yaş atlamak hiç kolay olmuyor azizim, hiç…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Konuyla ilgili fikrinizi beyan etmek için lütfen ilgili alanları doldurunuz.