24 Haziran 2010 Perşembe

Işık

Kapıdan içeri girdiğimde gördüğüm ilk şey hiç oldu. İçerisi o kadar temizdi ki, kapının üzerinde duran ışıkla beraber göz kamaştıran bir ışık doluştu her yere. Gözlerim yavaş yavaş alışmaya başladığında ortama, incelemeye başladım ve bir süre hareketsiz kaldım. Ardından sonsuz bir karanlığa gömüldüm...
Yok abicim, yukarıda okuduğunuz şey zorlama bir edebi metin değil, bir tatlıcının tuvaletinin tarifidir! Geçen gün arkadaşlarla, affedersiniz, yemeğin ardından hayvanlığın sınırlarını zorlamak amacıyla bir künefeciye gittik. Ardından, tekrar affedersiniz, abdestimi icra etmek için tuvalete (büyükbabamın deyişiyle, 100 numaraya) gitmek için izin istedim ve masadan kalkıp tertemiz tatlıcının içerisinde çocuksu bir gülümseme ile malak malak yürümeye, tuvaleti aramaya başladım. Hoş, tuvaleti bulmam çok kolay oldu, bu güzel tatlıcı yol tariflerinde de başarılı tabelalar koymayı ihmal etmemişti. Neden sonra tuvaleti bulmam ve içeri dalmam ile ilk paragrafta yaşadığım olaylar meydana geldi.

Peki sondaki karanlıkla anlatmaya çalıştığım şey nedir? Altıma mı kaçırmıştım? HAYIR tabii ki! Tuvaletteki tek bir dokunuşla üzerindeki hijyenik hacet poşetini değiştiren klozet gibi ışığı da son modaydı burasının ve harekete duyarlıydı. Ama 10 saniye kadar kısa bir süreye...

blog1 Neyse efendim, ben oturdum tertemiz, mis gibi klozete fakat böyle bir durumda normal hareketli halimden eser kalmadığıçün ışık zırt pırt söner oldu. El ettim, kol ettim fakat bir süre sonra da kolum yoruldu. Kısa zaman sonra transa geçen bünyem, dışarıdan gelen slow müziğin tesiriyle bir sağa bir sola sallanmaya başladı. Sallandı da sallandı, gitti ve geldi, translardan transa girdim ve bir tuvalet maceram bu şekilde noktalandı.

blog2 Fakat nedense 5 ila 10 saniyede bir sönen bu ışık dolayısıyla işletmeciye kızmayı bir yana bırakın, temiz ortamdan öylesine hoşnuttum ki keşke yanıma birkaç klozet daha da koysalardı da, bu mutluluğu arkadaşlarımla da kol kola bir sağa bir sola sallanarak paylaşabilseydim diye içimden geçirmeden de edemedim.

Teşekkürler temiz işletmeci, teşekkürler duyarlı insan!

Arz ederim.

14 Haziran 2010 Pazartesi

Hayvan Çiftliği

Hayvanoğlu Hayvan! Aranızda okumayan var mı bu romanı bilmiyorum ama okuması çok kolay ve sıkıcı olmayan böyle bir roman varken bence biraz Karamsar Edebiyatı'ndan uzaklaşmak, George Orwell için bir fatiha göndermek lazım.
Eline alıp sayfaları karıştırdığında aralarda beliren illüstrasyonlar kitaba tam bir fabl havası katsa da, anlatım masallardaki kadar akıcı ve kolay anlaşılır olsa da kitap tam bir efsane.
Olayın akışı zaten planlı programlı; bu, affedersiniz, mal domuzlar giderek kurdukları eşit topluluktan kopuyorlar, insanlara özenerek onların hırsları ile zaaflarını ediniyorlar. Giderek de insanlara benziyorlar haliyle. Benzetmelerin ne kadar çok yerli yerine oturduğunu, kimlere göndermelerin yapıldığını uzun uzadıya anlatmaya, çok fazla ayrıntı vermeye gerek yok, sadece orijinal metin ve Türkçe çevirisiyle (Can Yayınları - Çevirmen: Celâl Üster) son paragrafını vermek istiyorum, o kadar. Aslına bakılırsa buraya aktarılacak çok sağlam cümleler de yok değil ya bu paragraftan başka, neyse...
Arz ederim:
But they had not gone twenty yards when they stopped short. An uproar of voices was coming from the farmhouse. They rushed back and looked through the window again. Yes, a violent quarrel was in progress. There were shoutings, bangings on the table, sharp suspicious glances, furious denials. The source of the trouble appeared to be that Napoleon and Mr. Pilkington had each played an ace of spades simultaneously.
Twelve voices were shouting in anger, and they were all alike. No question, now, what had happened to the faces of the pigs. The creatures outside looked from pig to man, and from man to pig, and from pig to man again; but already it was impossible to say which was which.
Daha yirmi-otuz metre kadar uzaklaşmışlardı ki, oldukları yerde kalakaldılar. Çiftlik evinde bir gürültüdür kopmuştu. Geri dönüp hızla eve koştular ve pencereden içeri baktılar. Evde korkunç bir kavga patlak vermişti: bağırıp çağırmalar, kuşkulu sert bakışlar, küfür kıyamet... Anlaşıldığı kadarıyla kavganın nedeni Napoleon ve Bay Pilkington'ın aynı elde maça ası çıkarmış olmalarıydı.
İçeride on ikisi de öfkeyler bağırıyor, on ikisi de birbirine benziyordu. Artık domuzların yüzlerine ne olduğu anlaşılmıştı. Dışarıdaki hayvanları, bir domuzların yüzlerine, bir de insanların yüzlerine bakıyor, ama birbirlerinden ayırt edemiyorlardı.

Sağlıklı Yaşam Koçu

Çok enteliz, çok "kuğl"uz, efendime söyliyeyim pek bir burjuvayız; ve işte tam da bu yüzden yaşam koçu falan ayarlayıp artık işte nerede satılıyorlarsa oradan, hemen yetkiyi, idareyi ellerine teslim etmeliyiz. Ne kadar mal insanlarız ki hemen, affedersiniz, her boku birilerinin ellerine emanet ediyoruz.

Bir Yaşam Koçuna Neden İhtiyaç Duyarız?

Koc Budur Abicim İşte! Evet, hiç ihtiyaç duymayız. O yüzden böyle bir başlık atmak çok saçma olurdu doğrusu. Güzel annelerimizden daha alâ yaşam koçu var mıdır ey dostlar şu hayatımızda görüp de görebileceğimiz, ha? Makarnayı bile "Ekmekle ye yavrum, miden bulanmasın." diye yediren o melek şahsiyetlerden başka hiç bir şeye ihtiyaç duymayız. O kadar!

Bir de araştırdım internetten, bu adamlar kendilerini nasıl pazarlıyorlar diye, tam da tahmin ettiğim gibi çıktılar. Buyrunuz:

Yaşam koçluğu; psikolojik problemi olmayan ve yaşamında normal davranışlar sergileyen bireylerin hedeflerine daha hızlı ve etkili ulaşmasına yardımcı olmak amacıyla verilen profesyonel bir, kişisel çözüm hizmetidir. Yaşam koçu, Klinik Psikologların veya Psikiyatrinin uzmanlık alanına giren anormal davranışlarla, psikolojik hastalıklarla ve psikolojik problemlerle ilgilenmez. Normal davranış sergileyen insanların hayatında nasıl daha başarılı olabileceğiyle ilgilenir. Tedavi edici değil geliştiricidir.

Yani, diyorlar ki: Abicim siz zaten süper insanlarsnız ve bize verecek yani çöpe atacak paranız da var. Bize verecek paranız varsa siz zaten belli bir kariyere sahipsiniz, kendi başınıza yükselmenizin de önü açık çünkü problemsiz, dertsiz ve dahi tasasız insanlarsınız. Biz yaşam koçları olarak, billurlarımızı kıpırdatmadan bu süreç içerisinde sizi pohpohlayarak cebinize giren fazla paranın sizi strese sokmasını önlüyoruz.

E yani bu durumda, kusura bakmayın ama bu adamların paralarını aldıkları denyoları sövüşlemede sonsuz hakları var. Bir de eğer bir koç tutacaksanız bence zenci olsun, koç dediğin zenci olur çünkü.

Arz ederim.