14 Ağustos 2015 Cuma

Saza Niye Gelmedin

Eve hemen hemen aynı saatlerde geldiğim ev arkadaşımla yemek ve bulaşığı halledip biraz güreştikten sonra ikimiz de ayrı köşelere çekilmiştik. Üzerimizdeki şapkalı vahşi batı özentisi denyoları silkip atmış ve nihayetinde nefes nefese kalmış iki boğa gibi yorgunluktan durulmuş, kızarmış yüzlerle arkadaşım kitap okumaya yatağına ben de salondaki ikili koltuğa, televizyonun karşısına gömülerek nabzımızın normale dönmesini bekliyorduk. Yemek sonrası klasik sporumuzdu bu, spor salonuna para gömüp gitmemekten daha mantıklıydı güreş bizim için. Ben yaz sıcağında kapı önlerinde bir kap su arayan köpek gibi dilim dışarda nefes nefese kalmış bir halde, ikili koltuktan bacaklarımı sarkıtarak elimde kumandayla televizyon seyrederken aniden kapı zili çaldı. Her kapı zili gibi bizim kapı zilimiz de çok ani çalıyordu hep; bir şey yaparken de hiç bir şey yapmazken de aniden ortama hakim olan itici bir eleman bu kapı zilleri bana göre. Arkadaş ortamında yeterince iyi espri yapamayan birinin herkesinkini bastıracak şekilde kendi sesini yükseltip kendini dinletmesi gibi itici ve zorlayıcı bir eleman... Beynime pompalanan kanın verdiği uğultu yetmiyormuş gibi “zırrr zırrr” çalan kapı zili de “KALKSANA LAN KİME DİYORUZ” diye emir kipiyle bana bağırıyordu aynı sinir bozuculukla.

Batık İspanyol ticaret gemisinden çıkarılmış içi altın sikke dolu sandıktan çıkan gıcırdamayla açıldı kapı. Mantıken sandık kapağının gıcırdaması için kuru olması gerekir ama bunu o kadar da kafama takmadım o an çünkü bizim evin gıcırdayan kapağının altından apartmanın kel yöneticisi çıkıvermişti; beyaz atletinin altında kürk gibi kılları ve epey emek harcayarak bugünlere getirdiği belli olan göbeği ile arada bir sönen fotoselli ışığın yanması için ellerini sallayarak karşımda dikiliyordu. Bir an için yönetici Sadri Bey ile aramda ortak bir bağ kurdum, zira ben de lokanta ve kafelerde ne zaman tuvalete gitsem arada bir sönen ışık ben işimi görene kadar sönmesin diye Haluk Levent’in Ankara şarkısına avucumda çakmak varmışçasına bir elim havada eşlik ederim hep.

“İyi akşamlar kardeşim” dedi Sadri Bey, “İyi akşamlar abi” diye karşılık verdim ben de onun bu samimi cümlesine. “Dünkü apartman toplantısına sizin daireden kimse gelmedi, önemli kararlar alınacağını bina kapısına astığım yazıda belirtmiştim halbuki” dedi. Aslında tam olarak bu kadar düzenli bir cümle kurmadı ama ben devrik cümlelere ve anlatım bozukluklarına biraz kafayı taktığımdan otomatik olarak içimden düzeltiverdim. Cümlenin başlangıcında kurduğumuz samimi havayı koruyarak “Sadri abi” dedim, “biz daire sahibi değiliz ki, kiracıyız. Sizin yaptığınız toplantı hakkında ev sahibimize haber vedik, onun katılması gerekmez mi böyle durumlarda?”

Adamın içimden düzeltmek zorunda kaldığım eğri büğrü cümleleri yetmezmiş gibi, benim dikkatimi bozmak için sanki inadına bıraktım gözlerimi, yüzüme bakmadan yukarıda bir yerlere bakarak konuşuyordu. Yerli malı haftasında okul önünde şiir okuyor sanki mal diye yine içimden biraz atar yaptım. Konuştuğu insanın suratına bakmayıp yukarıda bir noktaya kitlenen insanlara herkesten az daha fazla sinirleniyorum ben, akıllarından dört basamaklı üç sayıyı çarpıyormuş gibi görünmeleri bana cidden sinir bozucu geliyor. Bu ülkeye bir Metin Şentürk yetiyor halbuki, kaldı ki onun gerçek bir bahanesi var. Kürk mantolu Sadri dedim içimden; insanlara isim takmaya bayılıyorum, orta okulda bana da çok taktılar çünkü. 

“E ama binanın yeni cephe boyasının yapılması konusunda konuşacaktık” diye devam etti Sadri Bey, ben kafamda uzun uzun cümleler kurup en sonunda çocukluğuma gitmişken adam daha yeni cümle kurmayı başarmıştı. “Doğru söylüyorsun Sadri abi ama bu daireye düşen boya masrafını biz karşılamayacağız ki, ev sahibi karşılayacak. Onun adına toplantıya gelip bir görüş belirtemeyiz ki biz” diyebildim, terli terli ayakta dikilmekten tansiyonum düşmüştü. Ya da çıkmıştı, ikisini hiç ayırt edemem zaten, benim tıp bilgim limon ve gazoz ile tuzlu ayran tedavisinden ibaret. Artık hangisi işe yararsa...

“Sen de doğru söylüyorsun kardeşim” diyerek tekrar komşuluk ilişkilerimizi pekiştirdi Sadri Bey, tam pekiştiremediğini düşündü ki “Eee, siz n’apıyorsunuz bakalım?” diye devam etti. “İyi abi okul, iş-güç işte”. Artık noktalama değeri taşıyan muhabbet öldürücü cümleyi kurdum dedim kendi kendime, bundan sonra peki bakalım o zaman, iyi akşamlar der, bu işkence de biter umuduyla. Bunun yerine “Geçen yengeniz börek yapmıştı, size de getirdik ama sizden kimse kapıyı açmadı” ile devam ettirdi konuşmasını. "Abi, yengenin ellerine sağlık ama evde olmadığımız bir zamanda gelmiş olabilir misiniz?” dedim ama içimden Allah’a sığınarak bildiğim sureleri okumaya başlamıştım artık, ki epey bir sure bildiğim için bu gibi durumlarda metafizikle çok içli dışlı olup sakinleşebiliyorum. Bu konuşmanın bitmesi için kendimi onun yerine koymam gerektiğini kavrayacak kadar deneyim sahibi olduğumdan “Neyse abi evin içi soğudu, malum doğal gaz da iyice zamlandı” cümlesiyle topu ona attım, Sabri Bey sağolsun hak vererek iyi akşamlar dileyip ve ev arkadaşıma selam söyleyip merdivenleri çıkmaya başladı.


Düşüp çıktığını bir türlü anlayamadığım tansiyonum için mutfağa gidip bol limonlu soda yaptım kendime. İlginç bir şekilde ne zaman tansiyonum ile ilgili bir sıkıntı yaşasam limonlu soda hep işimi görüyordu. Ya tansiyonum çok istikrarlıydı ya da artık tıbbi bilgileri şarkı-türkülerden edinmeyi bırakmam lazımdı.

2014, Burak CINAR